22 Ekim 2018 Pazartesi

İNSAN YALNIZKEN DE GÜZELDİR



Yalnızlık üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Nedir yalnızlık? Yalnızlık iyi mi yoksa kötü mü? Bu kişiden kişiye değişir.

 Yalnızlık, tek kişilik dev kadrodur. Bir kafede karşındaki masanın boş olmasıdır. Eğer yalnızsan yabancı bir memlekette kendi kendine tur rehberliği yaparsın.
 Yalnızlık, çılgınca çıkan iç sesinin kendi kendini susturmasıdır. Ellerin ceplerinde, gözlerin yerde kulaklıktaki hafif müzikle yavaş yavaş yürümektir yalnızlık. Yürüsün... Yürürsün... Yürürsün... Nereye gittiğini bilmezsin. Müzik yol arkadaşın olmuştur senin ve sana fark ettirmeden bütün karanlık sokakları gezdirmiştir.
 Yalnızlık, kitapların içinden çıkamamaktır. Ya ana karakter sen olursun artık ya da ana karakterin en sadık dostu olursun. Raif Bey olup Maria Puder sürekli önünden geçse de onu fark etmemektir yalnızlık. Ama ne olursa olsun bütün benliğinle hayata sarılmaktır.
 Bazen de içtiğin tavşan kanı çaya ortak aramıyor değilsin. O ortak, aynı zamanda ruhen ve bedenen yorulduğunda kalbine dokunacak bir el olmalı.



19 Kasım 2016 Cumartesi

AŞK'A DAİR KELAMLAR


 Aşk kişiden kişiye değişen bir duygudur. Kimine göre aşk, yalandır. Karın doyurmaz. Kimilerine göre aşk, olması gereken bir şeydir, kimilerine göre evlilik aşkı öldürür.
 Aşık olduğumuz kişiye her şeyimizi feda ederiz. Kalbimizi onun sevgisiyle ısıtırız. Mutluluktur aşk bizim için.
 Bazen aşk insana olağanüstü şeyler yaptırıyor. Ferhat, Şirin'in aşkı için dağları delmiş. Mimar Sinan Mihrimah'ın aşkı için Prut Nehri üzerine on üç günde bir köprü inşa etmiştir.
 Aşk, sadece bir şahıs için oluşan bir duygu değildir. İlahi aşk da önemli bir şeydir. O'nu görmeden, O'nun varlığını bilerek, kainattaki eserlerini görerek Allah'a aşık olan Yunus Emre, bunun en güzel örneğidir.



      "Aşkın aldı benden beni
        Bana seni gerek seni 
        Ben yanarım dün ü günü 
        Bana seni gerek seni"  dizeleriyle Allah'a olan aşkını dile getiriyor.

 Aşkın bir örneği de Veysel Karani'nin Hz. Peygamber'e olan aşkıdır. Koyun otlattığı zamanlarda hep Mekke-Medine taraflarını hasret dolu gözlerle gözlermiş. Ağma anasından bir günlük izin alarak Hz. Peygamber'i görmek için yola çıkar. Medine'ye vardığında Hz. Muhammed'i bulamaz. Beklese bekleyebilirdi aslında. Ama anasına sözü var. Hevesi kursağında kalarak geri döner Yemen'e

 Aşkların en güzeli nedir biliyor musunuz? Hz. Muhammed'in biz ümmetine olan aşkıdır. "Allah'ım ümmetimi koru, ümmetime acı!" diye ağlayarak dua ederken Yüce Allah, Cebrail'e buyurdu ki: "Ey Cebrail! Gerçi Rabb'in her şeyi bilir; ama sen git, Muhammed'e niçin ağladığını sor." Cebrail geldiğinde ümmeti için ağladığını söyledi. Cebrail Allah'ın huzuruna dönüp durumu anlattı. Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz."
 İşte aşk böyle bir şey. Aşkın gerçeği yürekle ilgilidir. Sen birini, işini, Rabb'ini, Peygamber'ini kalben seversen. Gerçek manada aşıksın demektir. 


23 Haziran 2016 Perşembe

SONSUZLUĞA GİDERKEN

Gün geldi… Selân okunuyor. İkindi namazından sonra sevdiklerin ve dostların senin son yolculuğunda yanında olacaklar. Evlatların, baban, biraderin vs. senin defin işlerin için oradan oraya koşturuyorlar. Kimisi cenazeni yıkıyor, kimisi de ebediyen kalacağın bacasız, penceresiz yeni evini hazırlıyorlar. Bir an evvel seni yeni evine yerleştirmek istiyorlar. Göçüp gideceğin ev de kalabalık. Mis gibi irmik helvası kokuyor. Sen çok seversin ama sen o helvadan yiyemeyeceksin. Çünki sen artık bir et yığınından ibaretsin. Kolunu kaldıracak, ağızını açacak güç ve irade elinden alınmış. Yani sen artık ÖLDÜN!!


  Hiç beklemiyordun değil mi? Çünki sen daha 20 yaşındaydın, çünki sen daha gençtin… Ama ne yazık ki Azrail Aleyhisselam kendi amirinden “Sadece 70 yaş ve üzeri kişilerin canını alacaksın, gençlere dokunmayacaksın.” Emrini almamış; “Vakti gelen her canlının canını al” emrini almıştır.
Allah bilir sen bu güne hazırlık da yapmamışsındır. Hani ölüm seni bulmazdı ya hazırlıklarımı sonra yaparım, diye düşünmüşsündür.
 Aslında bu hazırlık çok da zor değil be kardeşim. Senin hayattayken nefes alıp vermeni sağlayan Rabb’ine kulluk görevlerini yerine getirmen yeterliydi. Ve yirmidört saatlik bir günün içinde bir saat sürüyor bu kulluk görevi. Sana yirmidört saat verene bir saati çok mu görüyorsun.Ne olurdu yani bir saat daha az bilgisayar oynasan?

  Kulluk görevi sadece Cuma günleri yapılmaz. Nefes aldığın her vakit kulluk yapman gerekirdi. Beşvakit namaz kılman, haramlardan kaçınman, vaktini boşa harcamaman, Allah’a tevekkül etmen senin kulluk görevlerindendi. Ama sen bu görevleri yerine getirmedin. Sana “namaz kıl” dendi, sen “yaşlanınca kılarız” dedin. Namaz, ergenlik çağına girmiş ve aklı başında olan her insana farz kılınmıştır. Dolayısıyla namaz kılmamın genci yaşlısı yoktur. Hatta sor bakalım dedene, namaza kaç yaşında başlamış? Aaa pardon, ama sen soramazsın di mi? Çünkü sen ÖLDÜN!!!
 Sana “vaktini boşa harcama” dendi, sen saatlerce kahvede okey oynadın, lak lak ettin. Sen bu dünyaya boş ve gayesiz gönderilmedin. Sen namazını kılıp Allah katında mübah işler yapsaydın bir sonraki namaz vaktine kadar yapacağın bütün hayırlı ve mübah ameller birer ibadet hükmüne geçecekti ve sevap sayacın sürekli dönecekti.

Evet… Şimdi seni yeni evine koydular. Toprağını atıyorlar. En sevdiklerin göz yaşları içinde toprağını atıyorlar. Sesi güzel mahalle imamı da Yasin-i Şerif okuyor. Yarım saat sonra yanında kimse kalmayacak. Tek başına kalacaksın. Belki de kabir azabın başlayacak. “Beni burdan çıkarın” bağırmk isteyeceksin ama bir fısıltı bile çıkaramayacaksın.
 Ahirete imanın sağlam olsaydı bu ölüm seni korkutmayacaktı. Çünki imanın altı şartlarına yürekten inanıp kulluk görevini yerine getiren insan için öüm son değil, ebedi kurtuluşun giriş kapısıdır.

….
Evet kardeşim gafletten uyan ve kendine gel. Önce şeytanı yanından savmak için besmele çek. Abdestini al, seccadeni ser ve vaktin namazını kıl. Sonra da dua et, tevekkül et, şükret, Allah’ı zikret..


25 Şubat 2016 Perşembe

NEDEN...?

Neden böyle yaptın?
Madem beni sevmiyorsun
Senden giderken ben
Neden çelme taktın?

Neden bu belirsizlik
Aklın "Git", kalbin "kal"
Söyle bana sevdiğim
Kalmalı mıyım, gitmeli mi?

16 Aralık 2015 Çarşamba

DİYORLAR...

Bana "vazgeç" diyorlar
Sence vazgeçmeli miyim senden
Çok mu kolay vazgeçmek
Her dakika aklımdaki senden

Bana "unut" diyorlar
Sence unutmalı mıyım seni
"Başkasını buluruz" diyorlar
Sevebilir miyim başkasını senin gibi

14 Ekim 2015 Çarşamba

TARTAYIM MI ABİ, NE VERİRSEN…

Sokakta yürürken mendil satan, çekirdek satan, ya da elinde bir baskülle çocukları görünce aklımdan şu cümleler geçiyor: “Bu çocukların okulları yok mu, ödevleri yok mu, evde oturup okuyacak kitapları da mı yok?” Neden bu çocuklar “Tartayım mı ağabey, ne verirsen.” deyip 3-5 kuruşa razı oluyorlar. Bu çocuklar neden sokak satıcılığına alıştırılıyorlar? Bunu yapan Suriyeli çocuklar olsa anlarım ( onlar da olmaması lazım ama) ama bu durumda olanların çoğu yerli halktan.

Hiç mi büyünce olmak istedikleri bir meslek yok?  Ya da belediye vs. hiç mi bu çocukların ailesine yardım etmiyor? Ben bu çocukların soğuk kış günlerinde mendil satmasını değil, evinde kitap okumalarını, kendilerini geliştirmelerini isterim. “Kitap almaya paramız yok.” diye okumaktan kaçmasınlar. Çok şükür memleketimizde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait halk kütüphaneleri var. Bu kütüphanelere üye olmak ve kitaplarını okumak ücretsizdir. Okuldan sonra dışarıda mendil satmak yerine gitsinler kütüphaneye, ödevlerini yapsınlar, kitap okusunlar. Okul hayatlarına, öğrenme hayatlarına katkıda bulunsunlar. Bunların sonucu olarak güzel bir meslek sahibi olup ailelerinin yüzlerini güldürsünler.

Bu çocuklar kim bilir ne kadar zeki ve yeteneklidirler ama bu yeteneklerinin farkında bile değiller belki. Ülkemizin bu çocukların zekâsına ve yeteneklerine ihtiyacı var. Belki içlerine ülkenin kaderini olumlu yönden değiştirecek çocuklar çıkabilir. Ya da içlerinden nice Aziz Sancarlar çıkabilir.

Bu çocuklar sokağa mendil satmak için değil, oyun oynamak, kütüphanelere, gençlik merkezlerine gitmek için çıksınlar. Belediye vs. bu çocukları mendil satmaktan vazgeçirsinler. Onları kütüphanelere, gençlik merkezlerine vs. gitmeye teşvik etsinler. O zaman bu çocuklar daha mutlu olurlar.

Nice Aziz Sancarlar, Orhan Pamuklar, Fatihler, Ertuğrullar yetişmesi umuduyla…  

Ömer Said SERPİM
omersaid1996@outlook.com

12 Ekim 2015 Pazartesi

TURAN YALÇIN VE ÖMER SAİD SERPİM'İN YAPTIĞI RÖPORTAJ


İşitme engelli yazar Turan YALÇIN sordu, YGSzede ve yazar Ömer Said SERPİM yanıtladı. YGS'de başarısızlık ve yazarlıktaki serüvenlerini anlattı.






1.      Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?
26 Kasım 1996 Tokat doğumluyum. Ailem Niksar’ın Gökçeli (Ladik) Kasabasından olduğu için aslen Nikarlıyım. İlk ve ortaokulu Vakıfbank Namık Kemal İlköğretim Okulu’nda okudum. (2003-2011) Liseyi de Tokat Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde okudum. (2011-2015) Şuan YGS-LYS’ye hazırlanıyorum.
2.      YGS’ye ne zamandan beri hazırlanıyorsunuz? YGS hazırlıkta nerede hata yaptınız da kazanamadınız?
YGS’ye 2 yıldır hazırlanıyorum, diyebilirim. Çünkü geçen sene yeterli çalışmadığınm için sınavda istediğim sonucu alamadım. Sınavı kazanamamamdaki hatalarımdan birincisi; etkili çalışmadım. Sınava hazırlık sürecinde sosyal medya ile gereğinden fazla haşir neşir oldum. Aslında yaptığım denemelerde kayda değer bir sonuç alabiliyordum. Türkçe 35, sosyal 28, matematik 6-8 yapıyordum ve gitmek istediğim bölümün alacağı bir puan kazanabiliyordum. Ama YGS’de öyle olmadı. Beklediğim tarzdaki sorulardan çok zordu sorular. Ama ben sınav heyecanından mıdır nedir, soruların zorluğunu anlamamıştım. Sınavdan sonra arkadaşlarıma “Nasıl geçti?” diye sorduğumda hepsinden “Kötü, çok zordu” cevabını aldım. Bana sorduklarında “ İyi, bi sıkıntı yok, kolay gibiydi” diyordum. Daha sonra bir hafta olmadan sınav sonucu açıklandı. Herkesin yüzünden düşen bin parça. Dur bir de ben bakayım, dedim ve acı gerçekle karşılaştım. Punanım içler acısıydı. İşte o zaman anladım sınavın zor ve benim etkili çalışmadığımı.
3.      Yazı yazmaya ne zaman başladınız? Yerel basınla nasıl tanıştınız? Yazarlıkta nereye kadar gelmek istiyorsunuz?
Yazı yazmaya 8. sınıfta başladım. Türkçe öğretmenim “Yaratıcı Yazarlık” kulübü kurmuştu. İlk yazım “İnsan” dı. Daha sonra “Ölüm” adında bir yazı yazmıştım. Bir kenara saklamıştım. Lisede Kur’an-ı Kerim hocam olan Mehmet ERBAŞ’ın da yazı yazdığını öğrendim. Benim “Ölüm” yazısını gazetede yayınlatmasını istemiştim. Sağ olsun benim yazı Ramazan ayında yayınlanmış. Ama benim haberim yoktu. Öğreneli epey bir zaman geçmişti. Ondan bu yana arada bir gazeteye yazı vermeye başladım. İnşallah yazarlıkta gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum. Yazdığım ve yazacağım deneme yazılarını birleştirip bir deneme kitabı haline getirmek istiyorum.
4.      Kitap okuyor musunuz? Kitap okumak size ne kazandırdı?
Evet, kitap okuyorum hafta bir kitap düzenle bir şekilde okuyordum. Hatta haftada iki kitap bitirdiğimde oluyordu. Ama şimdi kisa sürede çok kitap bitirmek için değil, normal düzende ve sürede kitabın hakkını vererek okuyorum. Bugüne kadar yazdığım yazıların başarısını kitap okumalarıma borçluyum. Sürekli ve düzenli kitap okumam sayesinde yeni bilgiler, yeni roman kahramanları kazandım. Bundan daha güzel kazanç olabilir mi?
5.      YGS’ye yeniden hazırlanıyorsunuz, eski hatalarınız nelerdi, nelerden ders çıkardınız?
Zamanında etkili çalışmadım. Son 1,5-2 ay kala daha etkili çalıştım. Sosyal medya ile çok haşir neşir oldum. Ve piyasadaki kolay denemelerle kendimi kandırdım. Şimdi bunlardan ders aldım ve geç kalmadan zamanında etkili çalışmaya başladım. Artık günde en az 200 soru çözüyorum. Her hafta rehberlik hocama gidip brifing veriyorum. Artık sosyal medya ile eskisi kadar çok haşir neşir olmuyorum. Telefonumun modelini düşürdüm. Kendimi oyalamayım diye. Denenmelerde  bir yükselme ve isteğim puana ulaşsam dahi tempomu düşürmeyeceğim. Hatta daha fazla çalışacağım.
6.      YGS’nin zor ve kolay yanları neler, nasıl aşıyorsunuz bu zorlukları?
Gecen sene sözel derslerin konularını çok iyi öğrendiğim için temelim var. Aynı konudan iki test çözüyorum. İlk çözdüğüm testte neleri unutmuşum, neleri hatırlıyorum bunları tespit ediyorum. Unuttuğum yerleri konu anlatımlı kitaptan tekrar çalışıyorum. İkinci testte tekrar kendimi değerlendiriyorum. Bu sefer önceki teste göre daha az yanlışım çıkıyor. Hatta hiç çıkmıyor.
Matematikte ise “ANTRENMANLARLA MATEMATİK 2” adlı kitaptan çalışıyorum. Çalışmalara başladığım ilk günlerde her gün sabah saatlerinde o kitaptan konu çalışıyordum. Bir süre sonra matematiğe olan bakış açım değişti ve zevk alarak matematık çalışmaya başladım. Daha sonra “ANTRENMANLARLA MATEMATİK SORU BANKASI” nı aldım ve bundan öğrendiklerimi pekiştirmeye başladım. Benim için YGS’de en zor şey matematikti. Ama şimdi bu iki kitap sayesinde bu zorluğun üstesinden geldim. İnşallah YGS’de de faydasını görürüm.
7.      YGS’de ailenizden nasıl destek alıyorsunuz?
YGS konusunda ailemden maddi-manevi her türlü değeri çok şükür alıyorum. Kitap lazım oldu mu hemen alınır. Özel kurs lazım oldu mu hemen temin edilir. Manevi olarak benim geçen senete göre daha verimli çalışmam aileme olumlu yansıyor ve olumlu bir tepki alıyorum. Bu da bana en güzel manevi destek oluyor.
8.      Ailenizden bahseder misiniz? Anne-babanız ne iş yapar? Kardeşleriniz nerelerde okur? Onların sizin çabalarınıza bakışı nasıl?
Biz beş nüfuslı bir aileyiz. Annem ev hanımıdır. Sabah akşam yemek yapar, temizlik yapar. Kendi işinin patronudur yani J. Babam GOÜ Tıp Fakültesi, Öğrenci İşleri’nde memur. Daha önce üniversitenin kampüsünde de çalıştı. Sonra üniversite hastanesinde çalıştı. Şimdi de tıp fakültesinde çalışmaya devam ediyor. Kardeşlerim olarak bir abim bir de ablam var. Abim Kayseri’de Sivil Havacılık, Uçak-Gövde-Bakım Bölümü’nde 2. sınıf öğrencisi. Ablam ise sınıf öğretmeni. Ailemin çabalarına bakışı ve destekleri çok iyi. Üniversite tercih döneminde ben edebiyat, sosyoloji, tarih gibi yerlere gitmek istiyordum. Onlar ise bana bu bölümlere gidersem işsiz kalacağımı, eğer bir sene daha adamakıllı çalışırsam daha iyi yerleri çalışacağımı, söylediler. Ve benim hayatımı yakmama mani oldular.
9.      YGS ve LYS’de başarılı olursanız nerelerde okumak istersiniz, neden?
Ben YGS’de istediğim puanı alırsam, Konya’da Necmettin Erbakan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nde okumak istiyorum. Çünkü Konya’yı çok seviyorum. Konya’ya gidip kalmadım ama kendimi Konya’da geliştireceğime inaniyorum. Çoğu kişi İstanbul’a gitmek ister ama ben İstanbul’a gitmek istemiyorum. İstanbul kalabalık ve tehlikeli şehir. Kendini kötülüklere kaptırdın mı kendini kaybedersin. Hem yazarlığıma Konya’nın İstanbul’a göre daha çok katkı sağlayacağına inanıyorum.
10.  YGS’de başarılı omak isteyenlere neler önereceksiniz?
Bu sorunun cevabını YGS’yi kazandıktan sonra versem daha iyi olurdu. Ama şunları söyleyebilirim:
·  İlk önce nereye gitmek istediklerini, yeteneklerinin hangi bölüme yatkın olduğunu belirlesinler.
·  Kararlı olsunlar. Aldığı sınav sonucu kötü diye kendilerini bırakmasınlar. Yapamıyorum diye vazgeçmesinler.
·  Başklarının rakibi değil, kendilerinin rakibi olsunlar. Her denemede bir önceki denemeden daha yüksek sonuç almak için kendileriyle yarışsınlar. Başkalarıyla yarışıp haset etmesinler.
·  En azından sınava kadar sosyal medyayı günün her saatinde değil de günde sadece bir kere, bir saat kullansınlar.
·  Arkadaş çeveresini iyi belirlesinler. “Hadi oyun salonuna gidelim.” diyenleri değil, “Hadi kütüphaneye gidelim.” Diyenleri arkadaş seçsinler. Ben şuan arkadaş edinmiyorum. Çünkü YGS’ye çalışırken yalnızlığı tercih ediyorum. Kimse hevesimi kıramıyor, kimse “Sen kazanamazsın.” Diyemiyor böylelikle.
Ben şuan bu önerdiklerimi uyguluyorum. İnşallah olumlu sonucunu görürüm. Eğer olumlu sonucunu görürsem rahatlıkla herkese tavsiye ederim.
11.  Yazan ve bu konuda gelişmek isteyen gençlere ne önereceksiniz?
Ben çok profesyonel bir yazar sayılmam. İlk önce bunda 5-6 sene evvel “Fatih Kütüphanesi” ne üye oldum. Yıllık 5 TL ye oradaki bütün kitaplar benim. Üye olduğum günden bu yana sürekli oradaki kitaplardan okumaya başladım. -Hatta şuan oradan aldığım “Kuyucaklı Yusuf-Sabahattin Ali” kitabını okuyorum. Bu şekilde yazma yeteneğimi geliştirdim. Hikaye yazarken çok sevdiğim yazarın tarzında yazdım. Deneme yazıları yazarken yine çok sevdiğim deneme yazarnın yazdığı tarzda yazdım. Sonra dış dünyayı gözlemledim. Toplumsal bi konuda yazacağım zaman bu gözlemlerimden faydalandım.

Yazı yazmak için ilk önce kağıdı kalemi elimize alıp masamıza koymalıyız. Ne hakkında ne yazmalıyız diye düşünüp konuyu ve yazacağımız tarzı belirlemeliyiz. Eğer yazacak bir konu bulamıyorsak birilerinden konu başlığı isteyebiliriz. Önemli olan ilk cümleyi kurabilmek. İlk cümleyi kurduktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Ben böyle yazmaya yazmaya başladım. İlk önce yazacak bir konu bulamadığımda hocalarımdan ve arkadaşlarımdan konu başlığı istedim. Artık şimdi bunlara gerek duymuyorum. Bu aralar sokakta yalnız olduğum için bir şeyler düşünüyorum. Daha düşündüklerimden bir sonuç çıkarıp bunun hakkında yazmaya başlıyorum. Yazan ve yazmayı düşünen arkadaşlara bunları önerebilirim. 

2 Ekim 2015 Cuma

ANLAMAK VE ANLAŞILMAK



"Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var;
Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var..."
(Necip Fazıl KISAKÜREK)


  Birbirimizi ne kadar iyi anlıyoruz? Ya da birbirimizi  ne kadar doğru anlıyoruz?.. Söylediklerimiz, hal ve tavırlarımız, yüz ifademiz ne kadar anlaşılır? Bir kişiyi anlamak için onun söylediklerini iyi dinlemek, hal, tavır ve yüz ifadesinden bir şey anlamak için onu iyi gözlemlemek gerekir.
  Peki ben ne kadar anlaşılırım? Kim beni anlıyor, kim benim söylediklerime kulak asıyor? Ya da kim beni anlamak için beni gözlemleme çabasına giriyor? Beni anlamak istemeyenler bana değer mi vermiyor, saygı mı duymuyor?
  Ben bazı kişiler tarafından anlaşılmadığımın kanaatindeyim. Bu kişiler beni anlamak mı istemiyor, yoksa anlamazlıktan mı geliyor? Ya da ben mi kendimi anlatamıyorum?
  Evet... Sözlerim şuraya gelecek.  Sevdiğim insan beni neden anlamıyor ya da anlamazlıktan geliyor? 
  Ben ona çok zor bir şey mi anlatmaya çalışıyorum ki? Ona değer verdiğimi söylemem anlaşılması zor bir şey mi? Ona verdiğim değerin yarısını istemem çok mu zor? Bir insanı anlamak için değer vermek, değer vermek için de anlamak gerekir. Ön yargılı davranmamak gerekir. Size değer veren kişiye ön yargılı davranmayın. Önce onu anlayıp tanımaya çalışın. Belki sandığınızdan daha iyi ya da daha kötü birisi olabilir.
  Anlaşılmamak kadar yanlış anlaşılmak ya da yanlış anlamak da kaçınılması gereken bir şeydir. Bir kişi ile ilgili şüpheye düştüğünüzde onu doğru anlamak için şüphenizden o kişiye bahsedin. Şüphenizin doğru olup olmadığını sorun. Ve yanlış hükümler vermekten kaçının.
  Bazı kişiler beni yanlış anlıyor ya da hakkımda yanlış hükümler vererek beni suçlu durumuna düşürüyor. Benim hakkımda herhangi bir karışıklıktan dolayı şüpheye düşen kişi neden şüphesinin doğruluğunu araştırmıyor? Neden benden gerçeği öğrenmiyor. Bana yanlış hükümler verdiği için, bir zamanlar çok iyi arkadaşken şimdi birbirimizin yüzüne bakmaz, birbirimize selam vermez olduk.
  İnşallah gün gelir de beni anlamayan kişiler beni anlamaya başlar. Ve inşallah gün gelir de beni yanlış anlayan kişi hakikati anlamak için çaba gösterir.

  Birbirimizi daha iyi ve daha doğru anlamak dileğiyle... 

Ömer Said SERPİM
(02-10-2015)

9 Eylül 2015 Çarşamba

BU ÜLKE BÖLÜNMEZ ARKADAŞ

Öncelikle başımız sağ olsun. Iğdır ve Dağlıca'da şehit olan yiğitlerin ailelerine sabır ve metanet diliyorum. Birileri bu milletin barış ve kardeşçe yaşamasını istemiyor. Çünkü eğer bu ülkede kan dökülmezse gizli eller beslenemeyecek. Ama bu gizli elin sahibi şunu unutmuş; Türkiye, 80'lerin 90'ların Türkiye'si değil. Türkiye'nin bölünüşü Fransız İhtilalinde başladı, 21. yüzyılda son buldu.
Bunu Kürt, Laz, Çerkez, Alevi vs. de biliyor ki Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan herkes kardeştir. Bu kardeşliği bozanlar ise kalleştir. Buradan Türkiye'nin bütünlüğünü savunan siyasilere sesleniyorum. Terörün bitmesi için siyasi rekabeti bir kenara bırakın terörü bitirmek için beraber kararlar alın. Türkiye Cumhuriyeti refahına ulaşsın artık. 

Ömer Said SERPİM (Ö.S.S)
09.09.2015

21 Mart 2015 Cumartesi

KOMİSER CENGİZ

Telefonu çaldı komiser Cengiz’in. Arayan Emniyet amiri Kemal Bey. 

“Bugün saat 21.00’ de ofisime gel.” 


“Niçin” diye sordu Cengiz. 


“Önemli bir toplantımız var, sen gel.” 


Telefon konuşması bitti. Cengiz arabaya bindi mahalledeki Faik Berber’ e geldi. Ortadaki sandalyeye oturdu. Sonra Faik Usta geldi 


“Hoş geldin evlat, nasıl olsun tıraşın?” 


“ Her zamanki gibi olsun usta.” 


Tıraş bitti. Cengiz eve geldi, kapıyı çaldı. Kapıyı küçük kızı İrem açtı. 


“Hoş geldin babacığım.” 


“Hoş bulduk kızım.” 


“Anne! Babam geldi. 


Cengiz’ in karısı Leyla mutfaktan gelerek: 


“Hoş geldin, ellerini yıka da sofraya gel.” 


Cengiz ellerini yıkayıp mutfağa geldi. Sofranın masada olduğunu görünce: 


“Ya yer sofrası kursaydın. Peygamberimizin sünnetini terk etmeyelim.” 


İrem annesinden önce davrandı ve sofra bezini serip sofrayı, onunda üzerine masadaki tabakları koydu. 


“Aferin kızıma” diyerek tebrik etti kızı. 


Yemek bitince 


“Ben çıkıyorum, Kemal Bey çağırdı” 


“Ama bugün Ömer’ e kız istemeye gidecektik” dedi Leyla 


“Ben Muhsin Bey’le konuşurum.” 


Kemal Bey’in odasına geldi. 


“Selamın Aleyküm.” 


“Aleyküm selam Cengiz. Gel otur. 


“Toplantı konusu nedir Kemal Bey?” 


“Cumartesi operasyon var. Suriyeli bir kadın Taş köprünün altında ölü bulunmuş, onunla senin ilgilenmeni istediler.” 


“Tamam” dedi Cengiz. 


“Ee ne içersin şimdi.” 


“Bir köpüklü kahve içerim.” 


“ Canan Hanım bize iki köpüklü kahve getirtir misin? 


*** 


Cuma akşamı Cengiz ve ailesi Muhsin Beylere geldiler. Muhsin Bey’in kızı Esra’yı Ömer’e isteyecekler. Ömer, sinekkaydı tıraşı olmuş, üzerinde siyah bir takım elbise, elinde de bir demet çiçek ve çikolata vardı. Kapının önüne geldiler. Cengiz kapıyı çaldı. Kapıyı Esra açtı. Ömer’i ve ailesini görünce gülümseyerek, “ Hoş geldiniz, buyurun” dedi. Kapıdan en son Ömer girdi. Çiçekleri ve çikolataları Esra’ ya verdi. 


Esra ve Ömer lisede tanışmışlar. Ömer ilk görüşte âşık olmuş Esra’ ya. Bir aracı gönderip sevdiğini söylemiş. Esra hemen yüz vermemiş Ömer’e ama daha sonralarda okulda göre göre sevmeye başlamış. Ömer, üniversite ve askerden sonra ailesine Esra’dan bahsetmiş. Ailesi de hoş karşılamışlar “Tanışalım ailesiyle” demişler. İşte öyle tanışmışlar. 


Esra esmerdi. Siyah ve düz zülüfleriyle salona girdi. Elindeki gümüş tepsiyle kahveleri getirdi. Kahveleri dağıttıktan sonra kapının yanındaki sandalyeye oturdu. 


Cengiz söze başladı. 


“Efendim, sebep- i ziyaretimiz belli. Oğlumuz Ömer ve kızınız Esra birbirlerini beğenmişler, anlaşmışlar. Allah’ın emri peygamberin kavli ile kızınız Esra’yı oğlumuz Ömer’e istiyoruz.” 


Söz sırası Muhsin Bey’e geldi. 


“Efendim, birbirlerini sevmişler. Oğlunuz Ömer’in de çok efendi bir genç olduğuna kanaat getirdim. Ve kızımı verdim gitti.” 


Dualar edildi, yüzükler takıldı, eller öpüldü ve nişan ve düğün tarihleri kararlaştırıldı. Nişan bir hafta sonra, düğün de nişandan bir buçuk ay sonra yapılacak. 


*** 


Cengiz Suriyeli kadının ölü bulunduğu yere geldi. Burada incelemeler yaptı. Orada bir pasaport buldu. Hemen aldı içinde. Katlanmış bir kâğıt buldu. Üzerinde bir adres yazılıydı. 


“Hemen şu adrese gidelim.” Dedi komiser yardımcısı Hüseyin’e. 


Yarım saat sonra kâğıttaki adrese geldiler. Kapıyı çaldılar. Kapıya genç, kirli sakallı, esmer birisi çıktı. Polisleri görünce bir hamleyle kaçmaya yeltendi ama Cengiz yakaladı ensesinden. 


“ Alın bunu arabaya” dedi. 


Sorguya başladılar. Kadın, gencin eski sevgisiymiş. Tartışmışlar. Sonra da genç, kadını boğarak öldürmüş ve arabayla köprünün altına getirmiş. 


Genç, adliyeye gönderildi ve Cengiz için bu konu kapanmış oldu. 


*** 


Cengiz’in evinde bir hareketlilik vardı. Düğün günüydü bugün. Birazdan kız evine geçtiler. Oradan da “Çınar Düğün Salonuna” geldiler. Esra ve Ömer gelin-damat odasına geçtiler. İki dünürler de misafirleri karşılamak için giriş kapısının önüne geçtiler. 


Düğün başlayalı çok oluştu. Ama gelin ve damat daha gelmediler. O sırada Cengiz’in telefonu çaldı. 


“Oğlun ve Gelinin elimizde” 


“Ne! Ne diyorsun kimsin sen.” 


Cengiz çok sinirlendi Hüseyin’ i aradı. 


“Sana vereceğim numarayı araştırmanı istiyorum” 


“ Alayım numarayı.” 


“ 05********* numara bu. Hadi çabuk ol. 


On dakika sonra Hüseyin aradı. 


“ Komiserim, numara Velid diye birine kayıtlı. Telefonun sinyali de şehir dışındaki fabrikan geliyor” 


“ Tamam, siz oraya intikal edin ben geliyorum şimdi.” 


Cengiz, bilinen yere geldi. Ekip yerini almıştı. 


“Giriyor muyuz komiserim” diye sordu Hüseyin. 


“Şu ön kapıdan girelim. Dikkatli olun.” Dedi Cengiz. 


İçeri girdiler ve çatışmalar başladı. Hüseyin, Samet ve Cengiz önlerine gelenleri indiriyorlardı. Üçüncü kata geldiklerinde Esra ve Ömer’in sandalyeye bağlanmış, başlarında iki adamın durduğunu gördüler. Yavaş yavaş oraya yürürken önlerine Velid çıktı elinde bir kumanda vardı. Sandalyelerin altlarına dinamit yerleştirmişler. Ve kumandaya basınca patlayacak. 


“Sakın yaklaşmayın” dedi Velid. 


“Dur, neden böyle yapıyorsun“ diye sordu Cengiz. 


“Muhsin Bey Esra’yı bana vermedi ben de intikamımı alacağım. 


Hüseyin telsizden keskin nişancı Ahmet’e: 


“ Samet ve ben Ömerlerin başındaki adamların indireceğiz. Velid’ de senin devrem.” dedi. Ahmet onayladı. 


“Üç deyince. İki… üç..!” Silahlar patladı. Velid omzundan vuruldu. Diğer iki adam da dizlerinden. 


Cengiz, Esra ve Ömer’i çözdü. 


“Hadi gidiyoruz” 


“Nereye baba” diye sordu Ömer. 


“Nereye olacak, düğününüze.” Ömer ve Esra sevinçten birbirlerine sarıldılar. Sonra arabaya bindiler, düğün yerine geldiler. 


“ Orkestra! Çal bir Harmandalı da oynayayım oğlumla beraber” diye bağırarak içeri girdi. Herkes şaşkın bir şekilde Cengiz’e baktılar. 


Harmandalı bittikten sonra nikâh memuru geldi. Nikâhı kıydı, “Evetler” söylendi. Esra, Ömer’ ayağına böcek ezer bastı. 


İlk dans başladı. “Nikâh Masası” şarkısını çalıyor orkestra. 


“Seninle tanıştığım ve seninle aynı yastığa koyacağım için çok mutluyum dedi Esra. 


“Ben de esmerim ben de” dedi Ömer. 


Düğün bitmişti. Esra’nın annesi Cavidan Hanım ağlıyordu. Arabaya bindi Ömerler. Malkayası taraflarında tuttukları eve geldiler. Dua okunduktan sonra kapıdan içeri girdiler. Ve kapı kapandı. 






Ömer Said Serpim

BİLSEYDİM...

Bu kadar nefret edeceğimi bilseydim 
Hayatım pahasına sever miydim seni..? 
Rüyalarımı kâbusa çevireceğini bilseydim 
Hayallerimde yaşatır mıydım seni..? 
(Ö'S'S)

SEVDA BU...

Sevda bu... 
Ne kadar uğraşsam da unutamadım seni 
Her şey seni hatırlatıyor bana 
Diyorum ki hatırlatmayın onu bana 
Ama olmuyor... Unutamıyorum seni 

Sevda bu... 
"Sevmiyorum" desem de seviyorum seni 
Yalancı bir nefret besliyorum içimde 
"Nefret ediyorum" desem yalan söylemiş olurum 
Sevda bu sevdiğim "Sevmiyorum" desem de 
Sevdim işte esmerim sevdim işte...